31 Aralık 2016 Cumartesi
30 Aralık 2016 Cuma
Türk mizahından dergiler (ATMACA)
1981 yılında SES dergisinin ilavesi olarak yayınlanmaya başladı.
Kadrosunda yer alan yazar ve çizerler:
Sinan Gürdağcık, Sunder Erdoğan, Ragıp Derin, Süavi Sualp,
Burhan Kum, İlkin Deniz,Cihan Demirci, Ahmet Üstel ...
27 Aralık 2016 Salı
26 Aralık 2016 Pazartesi
23 Aralık 2016 Cuma
Karikatürist Nejat UYGUR
olduğunu da biliyormuydunuz?
Merhumun hiçbiryerde bulamayacağınız iki adet
karikatürünü yayınlıyoruz.
Türk mizahından dergiler (ZÜHTÜ)
İlk sayısı 1978 yılında yayınlandı.
Haftalık olarak çıktı.
Derginin kadrosunda Cem Ertürk, Salim Pat,
Mesut Ekener, Ahmet İhsan, Mehmet Ergin,
Hayati Soyalp'in çalışmaları yer aldı.
22 Aralık 2016 Perşembe
Nereden nereye...
1967 tarihli ADAPAZARI akşam haberleri gazetesinde yayınlanan bir haber.
O yıllarda "büyüklere hakaret" gazetelere haber olabiliyormuş.
"Nereden nereye" demekten kendimizi alamadık...
Sait Faik Abasıyanık'tan bir hikaye
Hişt, Hişt!
Sait Faik, Alemdağ'da Var Bir Yılan, (Sayfa 65, 66, 67, 68) Yapı Kredi Yayınları, 1. baskı, Kasım 2002
Yürüyordum. Yürüdükçe de açılıyordum. Evden kızgın çıkmıştım. Belki de tıraş bıçağına sinirlenmiştim. Olur, olur! Mutlak tıraş bıçağına sinirlenmiş olacağım.
Otların yeşil olması, denizin mavi olması, gökyüzünün bulutsuz olması, pekalâ bir meseledir. Kim demiş mesele değildir, diye? Budalalık! Ya yağmur yağsaydı? Ya otların yeşili mor, ya denizin mavisi kırmızı olsaydı? Olsaydı o zaman mesele olurdu, işte.
Çikolata renginde bir yaprak, çağla bademi renkli bir keçi gördüm. Birisi arkamdan:
- Hişt, dedi.
Dönüp baktım. Yolun kenarındaki daha boyunu posunu almamış taze devedikenleriyle karabaşlar erik lezzetinde bana baktılar. Dişlerim kamaştı. Yolda kimsecikler yoktu. Bir evin damını, uzakta uçan bir iki kuşu, yaprakların arasından denizi gördüm. Yoluma devam ederken:
- Hişt hişt, dedi.
Dönüp bakmak istedim. Belki de çok istediğim için dönüp bakamadım. Olabilir. Gökten bir kuş hişt hişt ederek geçmiştir. Arkamdan yılan, tosbağa, bir kirpi geçmiştir. Bir böcek vardır belki hişt hişt diyen.
Hişt! dedi yine.
Bu sefer belki de isteksizlikten dönüp baktım çalıların arasına birisi saklanıyormuş gibi geldi bana.
Yolun kenarına oturdum. Az ötemde bir eşek otluyor. Onun da rengi çağla bademi, ağzı, dişleri, kulakları boynu ne güzel. Otluyor. Otları adeta çatırdata çatırdata yiyor. Belki de bu çıtırtılı, çatırtılı sesi
hişt hiştdiye duymuşumdur. Eşeğin ot koparışının sesinden apayrı bir ses:
- Hişt hişt hişt, dedi.
Hani bazı kulağımızın dibinde çok danıdığımız bir ses isminizi çağırıverir. Olur değil mi? Pek enderdir. Belki de kendi kafanızın içinden sizin sevdiğiniz, hatırladığınız bir ses, ses olmadan sizi çağırmıştır. Olabilir.
Birdenbire güneşi, buluta benzemez garip ve sarı bir sis kapladı. Bir kirli el, çağla bademi eşeğin sırtından bir kumaş çekip aldı. Her zamanki kül rengi, yer yer havı dökülmüş eski mantosunu giydirdi eşeğe.
Yola indim. İstediği kadar hişt desin. İsterse sahici sulu bir dost olsun. İsterse kimseler olmasın, kendi kendime kulağıma hişt hişt diyen bir divane olayım, ben, aldırmayacağım.
Belki bir kuştur. Belki tosbağadır. Belki bir kirpidir. Belki de yakın denizden seslenen bir balık, bir canavardır. Karabataktır. Mihalaki kuşudur.
İyisi mi ben kendim hişt hişt derim. O zaman tamamı tamamına pek hişt hişt seslenişine benzemeyen, benzemesin diye uğraştığım bir mırıldanmadır, tutturdum.
Birdenbire, önümde bir adamla bir kadın gördüm. Kalpazankaya yolunu sordular. Üstündesiniz dedim. Sanki yol hareket etti. Yürümediler. İki adımda benden uzaklaştılar. Koyunların arasına yüzükoyun uzanmış papazın oğlunu gördüm. Yüzünden aptal, çilli horoza benzer bir mahluk kalktı. Ağzının salyasını sildi. Kuzuyu bacaklarından tuttu. Kuzu ile yere yıkıldı. Kuzuyu burnundan öptü. Papazın oğlu çirkin, aptal, otuzbirli bir yüzle baktı. Şimdi bir çiçek tarlasında idim. Bana hişt hişt diyen mutlak bir kuştu. Vardır böyle kuşlar. Cık cık demezler de hişt hişt derler. Kuştu kuş.
Bir adam yer belliyordu. Belin demirine basıyor, kırmızıya çalan bir toprak altını, üste aktarıyordu.
- Merhaba hemşerim, dedi.
- Ooo! Merhaba! Dedim.
Tekrar işine daldı. Hişt hişt, dedim. Aldırmadı. Bir daha hişt, dedim. Yine aldırmadı. Hızlı hızlı hişt hişt hişt!
- Buyur beğim, dedi.
- Bir şey söylemedim, dedim.
Küçük parmağını kulağına soktu. Kaşıdı. Çıkarıp parmağına baktı. Belin sapına siler gibi yaptı.
- Hişt hişt, dedim.
Yüzünü göğe kaldırdı. Kuşlara baktı. Denize baktı. Dönüp şüphe ile bana baktı.
- Bu sene enginarlar nasıl? Dedim.
- İyi değil, dedi.
- Baklayı ne zaman keseceksin?
- Daha ister, dedi.
Nefes alır gibi
hiştdedim.
Yine şüphe ile denize, şüphe ile göğe, şüphe ile bana baktı.
- Kuşlar olmalı, dedim.
- Benim de kulağıma bir hışırtı gelir amma, dedi, ne taraftan gelir? Zati bu sırada şu kulağım ağırlaştı.
- Bir yıkatmalı, dedim, benim de geçenlerde ağırlaşmıştı…
- Yıkattın mı?
- Yıkatmadım, hacet kalmadı, doktora gittim. Alıverdi; pislikmiş.
- Çocuklar nasıl? diye sordum.
- İyiler, dedi. Dokuzdu sekiz kaldı. Biliyorsun dokuzuncusunun macerasını ya…
- Sus, sus, dedim. Yürekler acısı. Haydi Allah'aısmarladık!
- Haydi güle güle.
Biraz uzaklaşınca:
- Hişt hişt.
Bu sefer yakaladım. Bahçıvandı. Oydu oydu.
- Hadi hadi yakaladım bu sefer seni, dedim.
- Yok vallahi, dedi, vallahi daha kesmedim bakla, senden ne diye saklayayım, parasıyla değil mi?
- Sen değil misin hişt hişt diyen?
- Ben de duyarım bir ses, amma bulamam nereden gelir?
Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin! Bir hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları.
Hişt hişt!
Hişt hişt!
Hişt hişt!
Sait Faik Abasıyanık - Mart 1954
Adapazarı'ndan bir aşık geçti...
Âşık Deryâmî (Dursun Ali Erdoğan) kimdir? Hayatı ve eserleri: (1926-1987) Artvin’in Şavşat ilçesine bağlı Armutlu’da doğan Dursun Ali, çocukluğundan beri şiire meraklı olmakla beraber, uzun yıllar rençberlikle köyünde kalmıştır.
Onu 1948’lerden itibaren eline saz almış olarak “Deryâmî” mahlası ile şiir söylemeye ve gezip dolaşmaya başlamış görüyoruz.
1962’den itibaren Adapazan’na yerleşen Âşık, oturduğu evin yanması yüzünden suçlu bulunarak hapse atılır… Kahır üzerine bahtsızlık yaşayan güçlü ve alaycı şair nihayet eşinden ve çocuklarından ayrılarak, esans satıcılığı için aldığı eski bir arabada yatıp kalkmaya başlar. Ancak, uzun süren bu kederli günleri Âşık Deryâmî’nin şiire en fazla bağlandığı yıllardır. Konya’da, İstanbul’da Âşıklar Bay- ramlan’na. katılarak güldüren ve düşündüren hiciv şiirleri söylediği zamanlarıdır. Nitekim, atışma, güzelleme, doğmaca leb-değmez ve destan şiiri dallarında birincilikler almıştır.
Deıyâmî Baba’nm birkaçını aşağıya aldığımız şiirleri, bütün çağdaşlarının üstünde mizah yapmak isteyenleri imrendirecek incelik ve derinlikte mizah ve hiciv ustalığı taşımaktadır.
Hemen hiç okumamış olan bu değerli ozanın, basit gibi görünen mısralarma koyduğu felsefî derinlik ve düşündürme gücü de kolay edinilemeyecek bir üstünlüktür.
Öte yandan sade ve çıplak söyleyişi, beylik anlatım ve konulara sapmayı- şı,’’alelade olan her şeyden ustalıkla kaçışı (ve özellikle) kendisi, ailesi, hayatı üzerinde yiğit, içten inanılmaz samimiyeti, Deryâmî’nin soylu şair kişiliğini ortaya koymaktadır.
Hele gelin bana sorunEli bıraktım giderim
Gönül bahçesinde açan
Gülü bıraktım giderim
Yar görür mü hayalinde
Beni bu dertli halimde
Sevdiğimin cemalinde
Halı bıraktım giderim
Bozdum bahçemi bağımı
Seyret Arsiyan dağını
Ana baba ocağını
Dolu bıraktım giderim
Deryami bin aşkın atı
Çoktur bu aşkın sürati
Kazandığım saltanatı
Malı bıraktım giderim
Duvardaki ecdat yazısı: 'Şimdi b..u yedik'
#tarih dergisinin yeni sayısında yer alan Sinan Çuluk imzalı yazıya bir de ilginç hat yazı eşlik ediyor. Çuluk yazısında eski yazının sadece kutsal metinler için kullanılmadığını hatırlatıyor. “Gerek padişahlar olsun gerek valide ve hanım sultanlar olsun, günümüze kalan el yazılarında oldukça 'sere serpe' ifadeler vardır” denilen yazıda şu örneklere yer veriliyor: “Sultan İbrahim’in kıyafetini tuhaf bulduğu Semiz Mehmed Paşa’ya “Bre karpuz kılıklı pezevenk” hitabı, III. Ahmed’in yazdığı mektupta kızı Fatma Sultan’ın selamını iletirken kocası Damad İbrahim Paşa’nın “ağzından öptürmesi”, Paris Sefiri Seyit Ali Efendi’nin yanlış istihbarat vermesi üzerine III. Selim’in, “Ne eşek herifmiş” yazması, bu kutsallığın günlük kullanımdan çıkarıldığını gösteriyor. Halk arasındaki yazışmalarda bu tür örnekler tabii çok daha fazladır ve çok daha açık saçık ifadeler kullanılır.”
Yazıya eşlik eden hattın ise hikayesi ilginç. Ünlü hattat ve mücellit Emin Barın’ın “celi sülüs” ile yazdığı, ebru süslemeleri muhtemelen Necmeddin Okyay’a ait olan hatta “Şimdi b..u yedik” yazıyor. Bu yazının sıkça anlatılan hikayesine göre, Emin Barın’a siparişi veren İstanbul Ermenisi Aram Peştemalcıyan. Levhanın ilk kez ve 17 Temmuz 1966 tarihli Yeni Gazete 'de çıkan hikayesi ise ‘servetbasol.com’da şöyle anlatılıyor:
Yazının devamı için aşağıdaki linke tıklayınız:
http://www.radikal.com.tr/turkiye/duvardaki-ecdat-yazisi-simdi-b-u-yedik-1271759/
Yazıya eşlik eden hattın ise hikayesi ilginç. Ünlü hattat ve mücellit Emin Barın’ın “celi sülüs” ile yazdığı, ebru süslemeleri muhtemelen Necmeddin Okyay’a ait olan hatta “Şimdi b..u yedik” yazıyor. Bu yazının sıkça anlatılan hikayesine göre, Emin Barın’a siparişi veren İstanbul Ermenisi Aram Peştemalcıyan. Levhanın ilk kez ve 17 Temmuz 1966 tarihli Yeni Gazete 'de çıkan hikayesi ise ‘servetbasol.com’da şöyle anlatılıyor:
Yazının devamı için aşağıdaki linke tıklayınız:
http://www.radikal.com.tr/turkiye/duvardaki-ecdat-yazisi-simdi-b-u-yedik-1271759/
20 Aralık 2016 Salı
15 Aralık 2016 Perşembe
14 Aralık 2016 Çarşamba
13 Aralık 2016 Salı
DİNLEMEK VE ANLAMAK ÜZERİNE...
Geldiğimiz son durum!..
Konuşmalar 'Türkçe'; algılar ve anlayışlar, 'Yabancı dil!'.
Ne yapalım ve nereden başlayalım ki; konuşulanı 'sağlıklı algılayalım, doğru anlayalım ve güzel güzel anlaşalım?'
ETKİLİ DİNLEMEK:
Hiçbir karşılık beklemeksizin, 'ön yargıdan arınmış' bir 'etkili dinleme'; güzel 'anlaşabilmenin', ilk ve en önemli basamağı olacaktır.
Güzel 'anlaşabilmeye' uzanan yol; önce 'sağlıklı algılama' ve sonra da konuşulanları, 'doğru anlama' istasyonlarından geçmektedir!.
Karşılık beklentisi içerisinde yapılacak bir 'sosyal eylemden' ise; kesinlikle hayır beklenmemelidir!.
'Dinlemek'; aynı zamanda 'sevgiye' ve 'dostluklara' kapı aralayan bir 'saygı' ifadesidir!
Süleyman Deva Niğdelioğlu
-mimar-
3 Aralık 2016 Cumartesi
2 Aralık 2016 Cuma
1967 YILINDA ADAPAZARI'NDA SİNEMA
1967 yılında Adapazarı'nda hangi sinema salonları vardı ve hangi filmler gösterimde idi ?
18 Ekim 1967 tarihli AKŞAM HABERLERİ gazetesindeki bir reklam sorumuzu yanıtlıyor.
(Fatih Sinan özel arşivinden)
1 Aralık 2016 Perşembe
BU ŞEHRİN SOKAKLARINDAN...
foto: Fatih SİNAN
Duvardaki kadının hayretler içinde kalmasına neden olan şey ne acaba?
Delik deşik olan asfaltın nihayet yenilenmesi mi?
Yoksa sokaktan elinde sigara ile geçen liseli kız mı?
Kediye taş atan bir yetişkin olabilir mi?
Merak ettim ne acaba?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)